İstanbul ‘da Yüksek Katlı Yapıların Deprem Performansı

İstanbul’da Yüksek Katlı Yapıların Deprem Performansı: Mevcut Riskler ve Güçlendirme Stratejileri
1. Giriş: İstanbul’un Sismotektonik Gerçeği ve Kentsel Yapılaşma Dinamikleri
İstanbul, tarih boyunca çok sayıda yıkıcı depremin etkisine maruz kalmış bir metropol olarak, Türkiye’nin en kritik sismik risk bölgelerinden biridir. Şehrin jeodinamik konumu, Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun (KAFZ) Marmara Denizi içerisinden geçen segmentine oldukça yakın bir mesafede bulunmasından kaynaklanmaktadır. Bu segmentin sismik potansiyeli, hem tarihsel kayıtlar hem de jeofiziksel ölçümlerle defalarca doğrulanmıştır. Ambraseys (2002), Marmara segmentinde son iki bin yıl içinde Mw>7.0 büyüklüğünde çok sayıda depremin meydana geldiğini belirtirken, Reilinger ve arkadaşları (2006) GPS verilerine dayalı analizlerinde bu segmentin yılda 18–25 mm’lik kayma hızına sahip olduğunu göstermiştir. Bu hareketlilik, olası bir büyük depremin sadece zaman meselesi olduğunu ortaya koymaktadır.
1999 Marmara Depremi sonrasında, İstanbul’da yapı güvenliği konusu yeniden ulusal gündemin üst sıralarına taşınmış; buna karşın son iki on yılda inşaat sektöründeki yüksek katlı yapılaşma eğilimi ciddi bir ivme kazanmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (2023) verilerine göre, 2023 itibarıyla kentte 20 kat ve üzeri yapılar sayıca 547’ye ulaşmış durumdadır. Bu yapıların büyük bölümü, zayıf zemin koşullarına sahip alanlarda yer almakta ve büyük bir kısmı, mevcut deprem yönetmeliklerinin yürürlüğe girmesinden önce inşa edilmiştir. Özellikle Avrupa Yakası’ndaki eski sanayi alanlarının konut ve ticaret bölgelerine dönüştürülmesi sırasında yapılan yapılaşmalarda, zemin etütlerinin ya eksik ya da yetersiz olduğu çeşitli saha araştırmalarıyla ortaya konmuştur.
Bu çalışma, İstanbul’daki yüksek katlı yapı stokunu ve bu yapıların olası büyük bir deprem karşısındaki performansını çok boyutlu bir yaklaşımla değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma kapsamı şu dört temel eksen üzerinde şekillenmektedir:
Mevcut yapı stokundaki kırılganlık parametrelerinin analizi
Zemin-yapı etkileşiminin sismik performansa etkisi
Güçlendirme teknolojilerinin mühendislik ve ekonomik fizibilitesi
Yeni nesil izolasyon ve sönümleme sistemlerinin uygulanabilirliği
Bu kapsamda, hem teorik yapı mühendisliği bilgisi hem de saha verilerine dayalı mevcut durum analizleri sentezlenerek, İstanbul’un yüksek katlı yapılar bağlamındaki deprem risk profiline bütüncül bir bakış sunulacaktır.
2. Yüksek Katlı Yapıların Sismik Davranışının Teorik Çerçevesi
Yüksek katlı yapıların sismik performansını anlamak, hem dinamik analiz yöntemlerinin hem de zemin-yapı etkileşimi gibi karmaşık parametrelerin derinlemesine incelenmesini gerektirir. Düşük ve orta katlı yapılara kıyasla, yüksek binalar deprem dalgalarının farklı frekans bileşenlerine, özellikle uzun periyotlu hareketlere daha duyarlıdır. Bu nedenle, bu tür yapıların tasarımı ve değerlendirilmesi, klasik yöntemlerin ötesinde daha sofistike mühendislik yaklaşımlarını zorunlu kılar.
2.1. Dinamik Tepki Mekanizmaları ve Kritik Parametreler
Yüksek katlı yapıların sismik davranışını belirleyen temel faktörler; modal karakteristikler, rijitlik dağılımı ve burulma düzensizlikleridir. Bu unsurlar, bir yapının sismik ivmeye verdiği tepkinin büyüklüğünü, türünü ve zaman içindeki evrimini belirleyen kilit değişkenlerdir.
Modal Karakteristikler: Her yapı, kütle ve rijitlik dağılımına bağlı olarak kendine özgü doğal titreşim modlarına sahiptir. Bu doğal periyotlar özellikle yüksek katlı yapılarda kritik öneme sahiptir çünkü İstanbul gibi bölgelerde beklenen depremlerin baskın periyotları genellikle 1.5–2.5 saniye arasında değişmektedir (Erdik, 2019). Bu da özellikle 25 kat ve üzeri binaların ilk mod periyodunun bu aralığa denk gelme olasılığını artırarak rezonans riskini doğurur. Bu koşullarda, yapı elemanlarında artan deplasman ve iç kuvvetler ciddi yapısal hasarlara yol açabilir.
Rijitlik Dağılımı: Katlar arasında homojen olmayan rijitlik dağılımı, yapının beklenmedik deformasyonlara maruz kalmasına neden olabilir. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (TBDY, 2018), bu nedenle yüksek binalarda kat ötelenmelerini sınırlamak amacıyla δ ≤ h/500 kuralını getirmiştir. Ancak 1990–2010 arasında inşa edilmiş birçok yapının bu sınıra uymadığı saha gözlemleriyle belgelenmiştir (Sucuoğlu & Yılmaz, 2021). Özellikle yumuşak kat olarak adlandırılan, ticari amaçla açıklık bırakılan zemin katlar bu anlamda ciddi risk taşır.
Burulma Düzensizliği: Deprem kuvvetlerinin yapıya asimetrik etki etmesi durumunda, rijitlik merkezi ile kütle merkezi arasındaki mesafe (eksantirisite) önemli hale gelir. e > 0.2R (R: yapı boyutu) olması durumunda, burulma davranışı baskın hale gelir ve yapının özellikle dış kolonları aşırı yüke maruz kalabilir. Bu tür burulma düzensizlikleri, taşıyıcı sistemin performansını ciddi biçimde zayıflatır.
2.2. Hesaplama ve Analiz Yöntemleri
Yüksek binaların sismik analizinde kullanılacak yöntemlerin seçimi, yapının yüksekliği, düzensizlik derecesi ve kullanım amacı gibi faktörlere bağlı olarak değişir. TBDY 2018, bu konuda üç seviyeli bir analiz yaklaşımını zorunlu kılar:
Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi: 75 metreye kadar olan binalarda, basit ve deterministik bir analiz tekniği olarak kullanılabilir. Ancak yüksek modal katkılar göz ardı edildiğinden dolayı, karmaşık geometriye sahip yapılarda güvenilir sonuçlar üretmez.
Modal Birleştirme Yöntemi (Modal Response Spectrum Analysis): 75 metreden yüksek binalar için gereklidir. Farklı modların katkısı spektral bileşenlerle birleştirilerek yapının çok modlu davranışı modellenir. Ancak bu yöntem de doğrusal elastik varsayımlar altında çalışır ve plastikleşmeyi göz ardı eder.
Zaman Tanım Alanında Doğrusal Olmayan Analiz (Nonlinear Time History Analysis): 100 metreyi aşan ya da ciddi düzensizlikler içeren binalar için önerilir ve bazı durumlarda zorunludur. Bu analiz türünde, gerçek deprem kayıtları kullanılarak yapının zaman içerisindeki plastik deformasyonları ve hasar gelişimi modellenir. OpenSees gibi açık kaynak yazılımlar aracılığıyla yapılan bu analizlerde, betonarme elemanlar için “Concrete02”, çelik elemanlar için “Steel02” gibi gelişmiş malzeme modelleri tercih edilir (OpenSees, 2023). Bu modeller, çatlama, akma ve çökme gibi davranışların zamana bağlı evrimini gerçekçi biçimde yansıtabilir.
3. İstanbul Özelinde Risk Değerlendirmesi
İstanbul’un yüksek katlı yapı stoğuna ilişkin risk değerlendirmesi, yalnızca yapısal sistemler üzerinden değil; aynı zamanda bölgesel zemin koşulları, mühendislik uygulama kalitesi ve mevzuat uyumu gibi çok katmanlı değişkenler çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu bölümde, İstanbul’daki yüksek katlı yapıların tarihsel gelişimi, teknik karakteristikleri ve bulunduğu zemin koşulları birlikte değerlendirilerek kapsamlı bir risk panoraması sunulmaktadır.
3.1. Yapısal Envanterin Nesil Temelli Analizi
İstanbul’daki 20+ katlı yapı stoğu, yaklaşık son 50 yılda dört ana nesilde inşa edilmiştir. Her nesil, teknolojik gelişmeler, mevzuat değişiklikleri ve ekonomik dinamikler doğrultusunda farklı yapısal niteliklere sahiptir.
Nesil 1 (1970–1990):
Bu dönemde inşa edilen binalarda, beton basınç dayanımı çoğunlukla 10–15 MPa düzeyindedir. Donatı çeliği olarak düşük akma gerilmesine sahip S220 kullanılmış, etriye aralıkları ise 20–30 cm gibi yüksek değerlerde bırakılmıştır. Bu nesildeki binaların en belirgin sorunu, süneklik açısından ciddi yetersizliklerdir. Zımbalama, burkulma ve gevrek kırılma gibi mekanizmalar bu yapılarda sık görülmektedir.
Nesil 2 (1990–2000):
Bu dönemde S420 donatılarla ve nispeten daha kaliteli C20–C25 sınıfı betonlarla inşa edilen binalarda, süneklik kriterlerinde iyileşme sağlanmış ancak mimari nedenlerle “yumuşak kat” olarak adlandırılan zemin kat açıklıkları yaygınlaşmıştır. Bu durum, taşıyıcı sistemin ani rijitlik değişimi sebebiyle kısmi göçmelere açık hale gelmesine neden olmuştur.
Nesil 3 (2000–2018):
Beton kalitesinde 30–35 MPa seviyelerine çıkılmış, S500 sınıfı donatılar ve kapalı etriye sistemleri yaygınlaşmıştır. Bu dönemin ana sorunu ise proje aşamasında zemin etütlerinin yetersizliği ve performansa dayalı tasarım eksikliğidir. Statik olarak yeterli görülen birçok yapı, dinamik etkiler altında beklenen performans düzeyine ulaşamamaktadır.
Nesil 4 (2018+):
TBDY 2018’in yürürlüğe girmesiyle birlikte performans bazlı tasarım, düzenli analiz zorunluluğu ve sismik yalıtım gibi modern mühendislik uygulamaları yaygınlaşmıştır. Ancak uygulama kalitesindeki tutarsızlıklar, denetim eksiklikleri ve bazı durumlarda maliyet odaklı tasarım tercihleri, bu nesilde de önemli riskler doğurabilmektedir.
3.2. Bölgesel Zemin Koşullarının Sismik Risk Üzerindeki Etkisi
Bir yapının deprem karşısındaki performansı yalnızca taşıyıcı sistemine değil, aynı zamanda üzerine oturduğu zeminin dinamik özelliklerine de sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlamda Kandilli Rasathanesi’nin (KOERİ) 2022 yılı mikro-bölgeleme çalışması, İstanbul’un zemin yapısını üç ana bölgeye ayırmıştır:
Bölge A – Sert Zeminler:
Vs₃₀>750 m/s olan bu alanlar genellikle Paleozoyik kaya birimlerinin yüzeylendiği Sarıyer ve Beykoz çevresinde yer alır. Sismik ivme katsayısı (PGA) Mw7.5 büyüklüğündeki bir deprem için yaklaşık 0.3g olarak öngörülmektedir. Bu tür zeminlerde yapı performansı daha öngörülebilir olmakla birlikte, reflekte olan dalgalar bina titreşimleriyle rezonansa girebilir.
Bölge B – Orta Sert Zeminler:
Şişli, Beşiktaş gibi bölgelerde yoğunlukla karşılaşılan bu zeminlerde Vs₃₀ değeri 360–750 m/s aralığındadır. PGA değeri yaklaşık 0.4g civarındadır. Bu bölgelerde, yapının doğal periyodunun zemin rezonans periyodu ile çakışması durumunda deformasyon talepleri ciddi biçimde artabilir.
Bölge C – Yumuşak Zeminler:
Avcılar, Küçükçekmece gibi yerlerde gözlenen bu zemin türlerinde Vs₃₀ genellikle 360 m/s’nin altındadır. PGA değeri 0.6g seviyelerine kadar çıkabilmektedir. Ayrıca yüksek sıvılaşma potansiyeli, diferansiyel oturma ve rezonans etkisi nedeniyle bu bölgelerde inşa edilen yüksek binalar olağanüstü derecede risk altındadır. Özellikle zemin iyileştirmesi yapılmamış ya da kazıklı temele oturmayan yapılarda göçme potansiyeli çok yüksektir.
4. Güçlendirme ve İleri Mühendislik Çözümleri
İstanbul ’daki yüksek katlı yapıların sismik güvenliğini artırmak için çeşitli mühendislik çözümleri önerilmektedir. Bu çözümler, mevcut yapıların güçlendirilmesi ve yeni inşa edilecek binaların tasarımında kullanılan ileri mühendislik teknolojilerini kapsar. Hem ekonomik hem de mühendislik açısından en uygun çözümün bulunması, İstanbul ’un deprem riskiyle başa çıkabilmesi için kritik öneme sahiptir.
4.1. Mevcut Binalar İçin Güçlendirme Teknolojileri
Mevcut yüksek katlı yapıların sismik güvenliğini artırmak için en yaygın kullanılan güçlendirme teknolojileri, hem yapısal performansı artırmak hem de deprem sırasında gerçekleşebilecek hasarları minimize etmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu güçlendirme yöntemlerinden bazıları şunlardır:
Betonarme Perde Eklenmesi: Betonarme perde eklemesi, özellikle yapının rijitliğini artırmaya yönelik kullanılan etkili bir yöntemdir. Yapıya yeni betonarme perdeler eklenmesiyle, binanın yatay yük taşıma kapasitesi ve süneklik özellikleri önemli ölçüde iyileştirilebilir. C30/37 sınıfı beton ve 30 cm kalınlığında perdeler kullanılarak güçlendirme yapılabilir. Ancak bu yöntem, binanın mimari yapısını etkileyebileceği için yer kısıtlamaları ve iç mekan düzenlemelerinde değişikliklere neden olabilir. Maliyetler ise metrekare başına yaklaşık 150–200 USD arasında değişmektedir.
CFRP (Carbon Fiber Reinforced Polymer) Sargılama: CFRP sargılama, kolon ve kirişlerin çekme kapasitesini artırmak için kullanılan modern bir güçlendirme tekniğidir. Karbon fiber kumaşların betonarme elemanların etrafına sarılmasıyla, kolonlardaki kesme kapasitesinde %80 oranında artış sağlanabilir. CFRP sargı sistemleri, hafif ve dayanıklı olmaları sayesinde yapının genel ağırlığını artırmadan güçlendirme sağlar. Maliyetler ise kolon başına 80–120 USD arasında değişmektedir.
4.2. Performansa Dayalı Tasarım Yaklaşımı
Son yıllarda, deprem mühendisliğinde geleneksel tasarım yaklaşımlarının yerine performansa dayalı tasarım (PDT) yöntemleri ön plana çıkmıştır. Performansa dayalı tasarım, yapıların deprem anında göstereceği performansın her aşamasını detaylı bir şekilde değerlendiren bir tasarım anlayışıdır. Bu yaklaşımda, binaların farklı deprem büyüklüklerine karşı gösterdiği tepki, yapısal elemanların dayanıklılığı ve olası hasar durumları dikkate alınır.
FEMA P-58 metodolojisi, performansa dayalı tasarımın en yaygın kullanılan yöntemlerinden biridir. Bu yöntem, yapının farklı hasar durumları (hafif hasar, orta hasar, ağır hasar ve göçme) için maliyet tahminleri yapmayı sağlar. Örneğin, hafif hasar durumu yapı maliyetinin %1-3’üne, orta hasar %5-10’a, ağır hasar %30-50’ye ve göçme durumu ise %100+’a kadar çıkabilir. Bu tür analizler, bina sahiplerinin ve inşaat firmalarının deprem sonrası oluşabilecek maliyetleri daha iyi tahmin etmelerine yardımcı olur.
Kabul Kriterleri:
DDD Seviyesinde (Design Development District): Yapının daha küçük depremler karşısında elastik davranış sergilemesi beklenir ve sınırlı hasar görülebilir. Performans seviyesi LS (Life Safety) olarak kabul edilir.
MCE Seviyesinde (Maximum Considered Earthquake): Daha büyük depremler karşısında, yapının büyük hasar alması beklenebilir ancak göçme meydana gelmemelidir. Bu durumda performans seviyesi CP (Collapse Prevention) olarak değerlendirilir.
4.3. Hibrit Sistemlerin Uygulanması
Hibrit sistemler, deprem sırasında binaların titreşimlerini sınırlamak ve yapısal hasarı azaltmak amacıyla kullanılan modern mühendislik çözümleridir. Hibrit sistemler, birden fazla farklı sistemin birleşimiyle oluşturulur ve genellikle geleneksel güçlendirme yöntemlerine ek olarak uygulanır.
Baz İzolasyonu (Lead Rubber Bearings – LRB):
Baz izolasyonu, depremin etkisini yapıya iletmeden önce temel katmanını izole eder. LRB sistemleri, temel ile yapı arasında bulunan elastomerik izolatörler sayesinde deprem dalgalarının yapıya ulaşmasını engeller. LRB sistemlerinin tasarım deplasmanı genellikle 40-60 cm arasında olup, bu sistemlerin uygulanması bina performansını ciddi şekilde iyileştirir. Ancak, maliyet artışı %5-8 civarındadır.
Ayarlı Kütle Sönümleyici (Tuned Mass Damper – TMD):
Ayarlı kütle sönümleyiciler, yapının doğal frekansıyla rezonansa giren titreşimleri dengeleyerek, yapıdaki sismik hareketleri azaltır. TMD, özellikle yüksek katlı yapılarda etkin bir şekilde kullanılabilir. İstanbul Finans Merkezi gibi projelerde 500 tonluk TMD sistemleri kullanılmakta olup, bu tür sistemlerin etkinliği rezonans tepkilerinde %40 oranında azalma sağlar.
5. Sonuç ve Politika Önerileri
İstanbul, yüksek deprem riski taşıyan bir şehir olarak, özellikle son yıllarda hızla artan yüksek katlı yapılaşma ile önemli bir yapısal dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu süreç, kentteki inşaat stoku üzerinde ciddi bir etki yaratmakta olup, mevcut yapıların deprem güvenliği büyük bir soru işareti teşkil etmektedir. İstanbul’un gelecekteki sismik güvenliği, güçlü bir mühendislik yaklaşımı ve kapsamlı politika önerilerinin uygulanmasına bağlıdır.
5.1. Ana Bulgular
Bu çalışma, İstanbul’daki yüksek katlı yapıların sismik güvenliği hakkında önemli bulgular ortaya koymuştur. Ana bulgular şu şekilde özetlenebilir:
Yüksek Deprem Riski: İstanbul’daki 20+ katlı binaların %35’i, özellikle alüvyal zeminler ve eski yapıların yoğun olduğu bölgelerde yüksek deprem riski altındadır. Bu binalar, sismik etkinin büyüklüğü karşısında yetersiz performans gösterebilecek yapı özelliklerine sahip olabilir.
Zemin Koşullarının Etkisi: Alüvyal zeminlerde inşa edilen binaların temel maliyetleri %25-30 daha yüksektir. Bu zeminlerde yapılan yapıların deprem sırasında sıvılaşma ve oturma gibi ciddi sorunlarla karşılaşması muhtemeldir.
Güçlendirme Sistemlerinin Etkinliği: Hibrit sistemler, özellikle baz izolasyonu ve ayarlı kütle sönümleyiciler, yaşam döngüsü maliyetlerinde %40’a kadar tasarruf sağlamakta ve yapının deprem sırasındaki performansını önemli ölçüde iyileştirmektedir.
Yeni Nesil Sismik İzolasyon: LRB gibi sismik izolasyon sistemleri, yüksek katlı binaların deprem sırasında daha stabil kalmasını sağlar. Bu tür teknolojilerin uygulaması, binaların uzun ömürlü olmasını ve düşük maliyetli güçlendirme imkânlarını beraberinde getirebilir.
5.2. Önerilen Eylem Planı
İstanbul’daki yüksek katlı yapıların sismik güvenliğini artırmak ve olası bir büyük depremde meydana gelebilecek yıkım riskini en aza indirmek için kısa, orta ve uzun vadeli eylem planları geliştirilmiştir.
Kısa Vadeli (0-2 yıl)
Nonlineer Analizlerin Zorunlu Hale Getirilmesi:
15+ katlı tüm binalar için zorunlu nonlineer analizlerin yapılması gereklidir. Bu analizler, yapının sismik performansını daha doğru bir şekilde belirleyerek, özellikle riskli binaların tespit edilmesine yardımcı olacaktır.Riskli Yapıların Tespiti:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından koorineli ve hızlı bir şekilde, alüvyal zeminlerde ve eski yapılaşma alanlarında bulunan riskli binalar acilen tespit edilmelidir. Bu tespitler, hangi binaların öncelikli olarak güçlendirilmesi gerektiği konusunda rehberlik edecektir.
Orta Vadeli (2-5 yıl)
Mikro-Bölgeleme Haritalarının Güncellenmesi:
Zemin özelliklerinin ve sismik risklerin daha doğru bir şekilde analiz edilebilmesi için İstanbul’daki mikro-bölgeleme haritaları güncellenmelidir. Bu haritalar, farklı bölgelerdeki zemin koşullarına bağlı olarak yapılaşma kararlarını etkileyecek ve gelecekteki riskleri öngörebilecektir.Güçlendirme Projeleri İçin Teşvikler:
Güçlendirme çalışmalarını teşvik etmek amacıyla, vergi indirimleri ve mali destekler gibi teşvikler sağlanmalıdır. Bu teşvikler, bina sahiplerini mevcut binalarını güçlendirmeye yönelik yönlendirecektir.
Uzun Vadeli (5-10 yıl)
Depreme Duyarlı Bina Standartlarının Oluşturulması:
İstanbul’da yeni inşa edilecek binalar için, deprem performansını göz önünde bulunduran “depreme duyarlı bina” standartları oluşturulmalıdır. Bu standartlar, binaların deprem sırasında minimum hasar alacak şekilde tasarlanmasını sağlayacaktır.Japon Deprem Mühendisliği Standartları ile Harmonizasyon:
İstanbul’un sismik güvenliğini artırmak için Japonya’daki deprem mühendisliği standartlarına uygunluk sağlanmalıdır. Japonya, yüksek sismik aktiviteye sahip bir ülke olarak, son derece gelişmiş deprem mühendisliği uygulamalarına sahiptir. İstanbul’un bu konuda uluslararası düzeyde kabul gören standartlara adapte edilmesi büyük fayda sağlayacaktır.
5.3. Politika Önerileri
İstanbul’un yüksek katlı yapılaşma politikasını güçlendirirken, aşağıdaki ana stratejiler uygulanmalıdır:
Sismik Risk Yönetim Stratejisinin Oluşturulması:
İstanbul’daki sismik risklere karşı etkili bir yönetim stratejisi oluşturulmalı ve bu strateji, yerel yönetimler, inşaat sektöründeki profesyoneller ve halk arasında koordineli bir şekilde uygulanmalıdır.Eğitim ve Farkındalık Artırma:
Deprem güvenliği konusunda kamuoyunun bilinçlendirilmesi, özellikle yerel yönetimlerin ve inşaat firmalarının bu konuda daha fazla sorumluluk alması sağlanmalıdır. Eğitim programları ve farkındalık kampanyaları, İstanbul’daki deprem güvenliğinin artırılmasına önemli katkı sağlayacaktır.
6. Kaynakça (APA 7. Edisyon)
Ambraseys, N. (2002). The seismic activity of the Marmara Sea region over the last 2000 years. Bulletin of the Seismological Society of America, 92(1), 1-18.
Erdik, M. (2019). Istanbul earthquake risk and mitigation studies. Springer Natural Hazards.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi. (2023). İstanbul yüksek bina envanter raporu.
OpenSees. (2023). Open system for earthquake engineering simulation. Pacific Earthquake Engineering Research Center.
Reilinger, R., et al. (2006). GPS constraints on continental deformation in the Africa-Arabia-Eurasia continental collision zone. Journal of Geophysical Research, 111(B5).
Sucuoğlu, H., & Yılmaz, T. (2021). Performance of mid-rise RC buildings in Turkey during recent earthquakes. Earthquake Spectra, 37(2), 843-864.
Erhan BAYTAK – Yüksek İnşaat Mühendisi
Medeniyet Mühendisleri, [2025]